ÜZERİNDE GÜNEŞ BATMAYAN ÜLKENİN, GÜNEŞSİZ BAŞKENTİ LONDRA…
Yılın neredeyse her mevsimi yağmur alan şehirde kaldığım süre boyunca yağmur yağmamasının; ettiğim duaların kabul olmasından mı, yoksa tamamen şanstan mı kaynaklandığını bilmiyorum. Tek bildiğim gezi sırasında bir yandan şemsiyeyi tutup, diğer yandan güzel kareler yakalamak için fotoğraf makinesi ile savaşmayı sevmeyişimJ
Londra’da şansım sadece havanın güzel oluşunda değil, aynı zamanda otelin seçiminde de yaver gitmişti. İngiltere’nin başkentine 4 arkadaş gelmiştik ve hepimizin rahat edebileceği, çok lüks olmayan dolayısıyla pahalı da olmayan ama güvenlikli bir otele ihtiyacımız vardı. Hyde Park’a 100 metre uzaklıktaki “Oxford Otel London” taleplerimizi fazlasıyla karşıladı.
Londra’da yaşayan arkadaşlarımızın 1 saat uzaklıktaki Brighton’a gitme teklifi üzerine kendimizi Manş Denizi’nin kenarındaki güzel bir sahil şehrinde buluverdik. Brighton liman ve marinası ile ünlü. Ayrıca 1787 yılında başlanıp 1823 yılında inşaatı tamamlanan, çoğu kaynakta Hint mimarisinden etkilendiği belirtilen “Royal Pavilion” da görülmesi gereken yerler arasında. Bu küçük sahil şehrinde zaman geçirirken sabahtan beri bir şey yemediğimizi fark edip Manş Denizi manzaralı restoranlardan birine oturduk. Yeni tatlara açık olmamama rağmen yoğun istek üzerine midye çorbası (mussed soup) siparişi verdim ve daha önce bu tadı niçin keşfetmediğime hayıflandım.
|
Hint mimarisinin izlerini taşıyan "Royal Pavilion" |
Gezimizin ana kahramanı Londra’ya geri dönersek; çoğu ülkede şubesi bulunan “Madame Tussauds” müzesine gelirken yanınızda mutlaka yedek piliniz bulunsun, çünkü her ünlü ile bir fotoğrafı olsun istiyor insan. “Madame Tussauds” müzesi ve İngilizlerin en önemli hayali dedektifi “Sherlock Holmes”un müzesine metro ile gidecekseniz dünyanın ilk metro durağı olan “Baker Street” durağında inmeniz gerekiyor. 1863 yılında dünyanın ilk metrosunun yapıldığını öğreniyorum.
|
"Madame Tussauds Müzesi" |
|
Dünyanın ilk metrosunun geçtiği " Baker Street" istasyonu |
Siz şehri keşfetmeye çalışırken sağınızdan solunuzdan spor yapan insanlar geçiyor, çünkü şehrin merkezinde size doğal yaşam alanı sunan üç adet park var ; “Regents Park” , “St James’s Park” ve en ünlüsü “Hyde Park”. “Hyde Park”da sadece göller, çiçekler, piknik alanlarını bulunmuyor; aynı zamanda kraliyet üyelerinin izlerini de taşıyan yapılar da parkın içerisinde yer alıyor. Dünyanın en sevilen prensesi olan “Lady Diana”nın boşandıktan sonra yaşadığı “Kensington Palace” , kraliçe Victoria’nın ölmüş kocası Prens Albert için yaptırdığı “Albert Memorial” anıtı ile anıtın karşı tarafında klasik müzik konserlerine ev sahipliği yapan “Royal Albert Hall” , “Hyde Park”ın sizi sundukları arasında.
|
Hyde Park ve arkamda Kensington Palace |
|
"Albert Memorial" ve "Royal Albert Hall" |
Müze ziyaretlerini sevmeyenleri dahi kendine aşık eden bir şehir Londra. Diğer ülkelerin çoğunda müze girişleri için ayrı bütçe ayırmak gerekirken bu şehirde çoğu müzenin girişi ücretsiz. “Natural History Museum” , “Science Museum” ve “Victoria and Albert Museum”un yan yana olması zaman konusunda da avantaj kazanmanızı sağlıyor. “Natural History Museum” da dinozor iskeletleri, insan biyolojisi, yeryüzü galerisi, deprem odası, evrim teorisi konuları işlenirken; “Science Museum”da buharla çalışan motorlar, uzay araçları, Apollo komut modülü, F-1 yarış otomobilinin bulunduğu bölümler yer alıyor. Michelangelo ve Picasso başta olmak üzere birçok sanatçının eserlerinin sergilendiği “Victoria and Albert Museum” ve “National Gallery” sanatseverlerin ilgisini çekiyor.
|
"Natural History Museum" un girişindeki dinazor heykeli |
|
"Science Museum"dan bir görüntü |
Saraylar bölgesinde yer alan “Buckingham Palace” ve “St. James Palace”daki muhafızların nöbet değişim törenini izlerken “Dolmabahçe Sarayı”ndaki askerlerimizin gösterisi aklıma geliyor. 2 günde bir gerçekleştirilen ve yaklaşık 45 dakika süren “muhafızlar nöbet değişim töreni” turistlerin en çok fotoğrafladığı kareler arasında. 1702 yılında inşaa edilen “Buckingham Palace”ın bazı bölümleri düşük bir ücret karşılığı ziyarete açık.
|
Buckingham Palace |
İngiltere ile ilgili görsellerde sürekli karşımıza çıkan, ülkenin simgesi haline gelen saat kulesi “Big Ben”, muhteşem mimarisi ile “House of Parliament”,kraliyet ailesinin taç giyme ve düğün törenlerine ev sahipliği yapan “Westminster Palace& Abbey” birbirlerine çok yakın. Bu muhteşem alanın ortasından geçen iki katlı kırmızı otobüslerin önünde hatıra fotoğrafı çektirmeyi unutmayın
|
"House of Parliament" ve "Big Ben" |
Bizde sadece lunaparklarda bulunan dönme dolap şeklindeki “London Eye” 32 kapsülden meydanda geliyor. Havanın açık olduğu bir günde şehri kuşbakışı izlemenin en güzel yolu bu kapsüllerin içerisinde olmak. “London Eye”dan “Tower Bridge”e giderken Thames nehri tekne turlarından yararlanmanızı tavsiye ederim. Tekne ile yol alırken nehrin solunda yer alan “Tower of London”; 1078 yılından itibaren kraliyet sarayı ve saray suçlularının tutulacağı bir tutuk evi, idam ve işkence merkezi, cephanelik, devlet hazinesi, hayvanat bahçesi, darphane ve gözlemevi olarak hizmet vermiş.
|
"Thames Nehri" kıyısındaki "London Eye" |
|
"London Bridge" |
Prens Charles ile Prenses Diana’nın düğün törenine ev sahipliği yapan kilise “St. Paul Cathedral” ın kubbesi dünyadaki en büyük kubbeler arasında 2. sırada (İlk sırada Roma’daki San Pietro Cathedral yer almaktadır) .Lady Diana’nın duvağını sürükleyerek girdiği kilisedeki muhteşem düğün törenini hafızanızda tekrar canlandırabilirsiniz.
Başlangıç meridyenin (0 noktası) “Greenwich Gözlem Evi”nin üzerinden geçtiğini hepimiz coğrafya derslerimizden hatırlarız. Şehir merkezinin biraz dışarısında yer alan “Greenwich” kasabasındaki bu gözlem evine gidip gün değişim noktasında fotoğraf çekilebilirsiniz.
|
"Greenwich Royal Observatory" ve "0 noktası" |
İngiltere’ye gelip “Fish and Chips” yemezsek olmazJ Morina balığı ile kızarmış patatesten oluşan bu yemek için size önerebileceğim özel bir yer yok. Çünkü her köşe başında “Fish and Chips” satan bir restorana denk geliyorsunuz.
Yazımın sonuna gelmişken hediyelik eşya konusunu unuttum sanmayın. Lüks mağazalardan alışveriş yapmak isterseniz Oxford Street”teki ünlü mağazalar ile Lady Diana’nın sevgilisi Dodi El Fayet’in sahibi olduğu “Harrods”ı önerebilirim sizlere. Daha uygun alışveriş yapmak istersiniz Hugh Grant ve Julia Roberts’ın rol aldığı “Nothing Hill” filminin çekildiği “Portobello Road Market” ile ucuzluk merkezi “Primark”a mutlaka uğrayın derim.
Ya bir tur şirketinin rehberliğinde ya da benim yaptığım gibi arkadaş grubuyla, ama mutlaka görülmesi gereken şehirlerin başında yer alıyor Londra…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder